27 Haziran 2021

Türkiye'deki Hayatın Renksizleşmesi, Yaşam Kalitesinin ve Memnuniyetinin Düşmesi

Türkiye'deki Hayatın Renksizleşmesi, Yaşam Kalitesinin ve Memnuniyetinin Düşmesi

Türkiye'de son birkaç yıldır kademeli şekilde artan hayatın renksizleşmesi yani yaşam kalitesinin düşmesi ve insanlardaki memnuniyetsizlik oranı her yıl giderek biraz daha artmaktadır. Özellikle 2018 yılında başlayan ekonomik daralma ile birlikte Koronavirüs salgını ve pandemi koşullarının da eklenmesi ile bu durum tavan yapmıştır. Mutsuzluk ve memnuniyetsizlik oranı ise daha çok metropol şehirler olan başta İstanbul'da belirgin şekilde gözükmektedir. Yaşam kalitesinin düşmesi ve insanların eskiye nazaran yaşam memnuniyetinin azalmasının temel sebebi ekonomik koşullar gibi gözükse de bu olumsuzlukların yanında başka gelişen olumsuz olaylarda üst üste binince bir domino taşı etkisi yaratmaktadır. Birleşmiş Milletlerin 2021 Dünya Mutluluk Raporu'un da 149 ülke arasından Türkiye 104. sırada yer almıştır. Daha önceki sıralamalarda daha yukarıda olan ülkemiz her yıl birkaç kademe daha aşağı doğru gitmektedir.

Türkiye'nin kalbi olan İstanbul'da yaşayan biri olarak yaşam kalitesinin düşmesi ve Türk insanındaki mutsuzluğun artması ile ilgili birkaç konu başlığını sizlerle paylaşacağım. Bu konu başlıklarını kısa kısa sıralayacak olursak; ekonomik kriz, satın alma gücünün düşmesi, işsizlik, pandemi ve Koronavirüs, trafik ve ulaşım problemi, artan nüfus yoğunluğu, kentsel dönüşüm ve inşaatlar, sosyal medya ile birlikte gelen özel hayat ve kıskançlık sorunsalları, aşırı vergiler, kapitalist düzenin getirdiği hızlı tüketim alışkanlığı ve bunun psikolojik problemleri, yoğun olarak değişen Türkiye gündemi, her konuda aşırı kutuplaşan Türk insan yapısı, çalışarak değil de paradan para kazanma düzeninin olduğu bir dünya gibi birçok etkeni sıralayabiliriz.

Türkiye'deki Hayatın Renksizleşmesi, Yaşam Kalitesinin ve Memnuniyetinin Düşmesi

Mutsuzluk ve yaşam kalitesinin düşük olmasının ilk sebebi olarak ekonomik kriz ve buna paralel olarak kişilerin gelir düzeyine göre satın alma gücünün düşmesini baz alabiliriz. Özellikle 2018 yıllarındaki yüksek kur artışları ve yüksek enflasyon sebebiyle başta gıda ürünleri olmak üzere birçok ürüne zam gelmişti. Düzenli geliri olan ve beyaz yakalı çalışanlar bu yıllarda beş haneli veya 8-10 bin tl net maaş alıyorlarsa genelde satın alma güçleri halen vardı. Fakat 2021 yılına girdiğimiz şu zamanlarda maaşlara zam yapılsa bile 2018 yılındaki alım gücü bu insanlarda bile gözle görülür şekilde düştü. Zaten daha düşük maaş alan ve gelir düzeyi az olan insanları örnek vermiyorum onların baş gündemi geçim sıkıntısı olduğu için hayat her zaman onlar için daha zordur. Çok basitinden öğlenleyin bir menü yeseniz ardından bir sigara paketi alsanız ve marketten bir içecek almak isteseniz artık 50 TL çok basit bir banknot olarak kalıyor. Hatta 100 TL bile ufak bir market ihtiyacında bile yetmeyebiliyor. Kapsamlı gıda alışverişi veya pazar alışverişinden bahsetmiyorum. Markete girince bir iki kuruyemiş, sigara ve birkaç gündelik kullanılan ürün veya yiyecek alsanız bazen 100 TL bariyerine yaklaşıyorsunuz diyebilirim. Bu da orta ve Orta-Üst kesimin alım gücünün düştüğünü göstermektedir.

Sınıfsal ayrımlardan bahsedecek olursak orta kesim ve biraz daha iyi gelir durumuna sahip olan Orta-Üst kesim insan sınıfları vardır. Şu an orta kesimin iyice alım gücü düştü diyebiliriz. Orta-Üst kesim ise daha ekonomik davranmak için eskinde çıkmadığı Macrocenter ve Migros gibi marketlerden şimdilerde bakıyorum BİM, A101 ve ŞOK gibi marketlere de yöneldiler. Örneğin tuvalet kağıdı, yumurta, lavabo açacağı veya temel ihtiyaçlar için Orta-Üst kesim bu marketlere gitmeye başladı. Daha marka ön planlı ihtiyaçlı ürünler için sadece Migros veya Macrocenter'e gitmeye başladılar. Artık tüm sepeti üst market gruplarından doldurmuyorlar. Zamanında alınmış Mercedes, Audi gibi lüks sınıf araçlı insanlar bazen bakıyorum BİM otoparkına parketmiş ve liste yapıp temel ihtiyaçlarını alıyor. Eğer bu durum bu şekilde devam ederse 2023 ve 2025 yılları ekonomik olarak daha zor geçecek gibi gözüküyor.

İşsizlik, Türkiye'de başta gençlerin ana problemi olmak üzere en büyük mutsuzluk kaynaklarından biridir. Özellikle dört yıllık mühendislik bölümlerinden mezun olan ve iş bulamayan genç sayısı Türkiye'de fazladır. İstihdam oranı ile mezun oranı paralel şekilde artmadığı için mezun kişilerden her geçen sene daha fazla nitelik ve özellik istediği için firmalar, işe girmek gün geçtikçe daha zor bir hal alıyor. Gençlere benim önerim seçeceğiniz mesleğin piyasa koşullarına ve istihdam oranlarına bakarak seçmeniz olacaktır. Mesela işletme mezunu olup çok iyi firmalara giren gençler varken makine veya elektrik elektronik mezunu olup işsiz olan birçok mühendis gençte vardır. Bu yüzden seçeceğiniz mesleği ve Türkiye gerçeklerini aynı masaya koyup değerlendiriniz.

Türkiye'deki Hayatın Renksizleşmesi, Yaşam Kalitesinin ve Memnuniyetinin Düşmesi

Pandemi ve Koronavirüs belası zaten başlı başına ekonomik sıkıntılar, kısıtlamalar, psikolojik problemler gibi birçok dezavantajı beraberinde getirdi. Uzaktan çalışan ve maaşları kesilmeyen beyaz yakalılar bile evde olmaktan dolayı zaman zaman psikolojik bunalıma girdiğini düşünürsek serbest çalışanlar, pandemiden dolayı işsiz kalanlar, esnaf, müzisyen, günlük yevmiye ile çalışanlardan hiç bahsetmeyeceğim. Onların zaten dertleri kendilerine yeter diye düşünüyorum.

Trafik stresi başta İstanbul olmak üzere metropol kentlerde başka bir sorun ve mutsuzluk kaynağıdır. Özellikle İstanbul'da bir ilçeden bir ilçeye gitmek bazen eziyet olabiliyor. Türklerin trafik kurallarına uyma gibi bir alışkanlığı da pek olmayınca kavgalar ve kazalar beraberin geliyor. İstanbul'da trafikten kaynaklanan başka bir sorunda park problemidir. O kadar gereksiz kalabalık bir nüfusa sahip ilde yaşıyoruz ki bir yere gitmesi dert oraya gitsek parkı ayrı bir dert oluyor. Sonra birçok insan herkeste araba görünce hani ekonomik kriz vardı demeye getiriyor fakat İstanbul'un trafik ve park sorunu bir türlü çözülemiyor. Bunun tek çözümü otopark sayını artırmak değil İstanbul nüfusunu azaltmaktır. İstanbul'da yaşayan insan sayısı ortalama 8 milyon olmalıdır.

Artan nüfus yoğunluğu ve buna paralel olarak yapılan inşaat, kentsel dönüşüm projeleri başka bir mutsuzluğu bize getiriyor. Özellikle İstanbul 20 milyona doğru giderken barınma ihtiyacı da giderek artıyor ve hangi sokaktan geçseniz vinç, kamyon, inşaat, beton gibi kavramları görmediğiniz bir yer yoktur. Kendi sokağınızdaki inşaat çalışmaları bitse markete gideceğiniz zaman bir bakıyorsunuz diğer sokakta inşaat başlamış oluyor. Rotanızı değiştirip diğer taraftan gitmek zorunda kalıyorsunuz. İstanbul'dan kaçıyorsunuz Ege bölgesine geliyim diyorsunuz buraları da İstanbullular keşfetmiş ve buralarda da inşaat faaliyetleri sürdürülüyor. Kentsel dönüşüm adı altında yıllarca evinden ve mahallesinden olan birçok vatandaş var. Türkiye'de 81 tane il var fakat İstanbul tek başına ayrı bir il gibi davranıyor. Diğer 80 il ne iş yapıyor veya neden planlama yapılmıyor bu da ayrı bir soru işaretidir.

Türkiye'deki Hayatın Renksizleşmesi, Yaşam Kalitesinin ve Memnuniyetinin Düşmesi

Başka mutsuzluk sebepleri ise internet ve sosyal medyanın bize sunduğu hızlı teknoloji sayesinde hızlı tüketim, maddi ve manevi birçok şeyi hızlı yaşamamız ve tüketmemiz, birçok zevkten hızlı şekilde almamız ve sonrasından ondan sıkılmamız gibi etkenlerde mutsuzluğa örnek gösterilebilir. İlişkiler olsun, kişisel ihtiyaçlarımız olsun her şeyi hızlı tüketir hale geldik. Geçen sene aldığımız telefon bu sene eskimiş oluyor veya bir giydiğimizi bir daha giymek istemiyoruz. İşte bu kapitalist tüketim anlayışı da psikolojik ve ekonomik olarak bizi mutsuzluğa sürükleyebiliyor. Eskiden kıymet, emek gibi olgular vardır şimdi bunları duymak zorlaştı.

Son olarak Türkiye gündeminin aşırı hızlı değişmesi ve artan kutuplaşma sorunu insanları gergin yapıyor. Türkiye'de gündem o kadar hızlı ilerliyor ki; Pandemi, Siyaset, Kanal İstanbul, Marmara Denizi ve Müsilaj Sorunu, Siyasi Partiler, üçüncü sayfa olayları, toplumsal kargaşalar ve yürüyüşler derken insanlar artık yeter veya vurdumduymaz olabiliyor. Mesela Ankara'da bomba patlasa 100 kişi ölse üç gün sonra insanlar unutabiliyor. İlk bir iki gün Twitter'dan gaz alma işlemi yapılıyor üçüncü gün bomba patladı haberin var mı deseler kimisi bilmem ki diyor kimisi o artık geçti bana ne diyor. Bir başka problem ise kutuplaşmadır. Türk insanı zaten problemli yapıda bir insan tipi olduğu için soyut ve psikolojik olarak yapılacak algılar ile insanlar aşırı zıt kutuplara ayrılabiliyor. Bu ayrılmayı sadece siyasi olarak görmeyin her konuda insanlar ayrılabiliyor. Erdoğan'cılar İmamoğlu destekçileri, iPhone'cular Android'ciler, Sinovac'cılar Biontech'ciler bir de aşı karşıtları, AK Parti ve CHP, Liberaller Muhafazakarlar, Beyaz yakalılar serbest meslek çalışanları gibi adını sayamadığım birçok karşılaştırma günümüz Türkiye'sin de artık mevcuttur. Umarım ilerleyen yıllarda ülkenin yaşam kalitesi daha da artar ve mutsuzluk oranı düşer.

Burak AVCI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Makaleye Yorum ve Sorularınızı Bırakabilirsiniz.